Basına ve Kamuoyuna
Temiz Giysi Kampanyası-Türkiye olarak 18 Ocak 2014 Cumartesi günü “Kan Sıçramış Giysiler Giymek İstemiyoruz” kampanyamızın bir parçası olarak İstiklal Caddesi De Facto mağazasının önüne düdüklerimizi ve sesimizi alarak gittik.
Mağaza önünde De Facto’nun Bangladeş’te en fazla üretim yapan Türkiyeli ikinci marka olarak “Bangladeş Bina Yangın ve Güvenliği Anlaşması”nı imzalamaları için açık çağrımızı bir kez daha yineledik.
Temiz Giysi adına yaptığımız açıklamamızda De Facto’nun bu anlaşmaya imza attığı takdirde kendisi için üretim yapan işçilerin çalıştıkları işyerlerinde gerekli olan sağlık ve güvenlik tedbirlerinin alınmasında maddi ve manevi sorumluluğunu kabul etmiş olacağını ve böylelikle en azından işçilerin yaşam haklarının güvence altına alınacağını vurguladık.
Eylemimiz mağaza önünde sloganlar ve düdüklerle devam etti. Bu sırada De Facto tarafından daha önceden tasarlanmış bir “algı yönetimi” manevrası yapıldı. De Facto adına “Bersay İletişim” imzalı De Facto’nun “küresel ilkeler sözleşmesi”ni imzaladığını belirten bir metin dağıtıldı. İlgili metinde ayrıca De Facto’nun üretim yaptığı yerleri BSCI’ya onaylattırıp, SGS’ye denetlemeyi planladığı ifade ediliyordu.
Bunun üzerine biz de bir açıklama gerçekleştirerek bahsi geçen “küresel ilkeler sözleşmesi”nin “Bangladeş Anlaşması” ile bir ilişkisi olmadığını belirttik. Bu anlaşmayı imzalamış olmanın Bangladeş Anlaşması’nı imzalamamak için bir bahane olamayacağını ifade ettik. Ayrıca bahsi geçen anlaşma ve kurumların işçilerin haklarını ve güvenliklerini sağlamakta güvenilir kurumlar ve anlaşmalar olmadıklarını duyurduk. 1135 işçiye mezar olan Rana Plaza’nın içinde BSCI onayı taşıyan pek çok atölye olduğunu hatırlattık.
Bu açıklamamızın ardından De Facto’ya taleplerimizi içeren mektubu iletmek için mağaza müdürüne ulaşmaya çalıştık. Ancak bu, o kadar kolay olmadı. Öncelikle mağaza çalışanlarından biri bize müdür olarak tanıtıldı. Mektubu vermeye çalıştığımız sırada Levent isimli bir kişi, çalışanı bu mektubu almaması gerektiği konusunda uyardı. Bu şahıs kendisini yoldan geçen bir vatandaş olarak tanıttı. Buna rağmen De Facto’ya daha önce gönderdiğimiz kurumsal maillerden ne hikmetse haberdar olduğunu beyan etti!
Bu gelişmeler üzerine mağaza içerisinde kendisinin mağaza müdürü olduğunu kabul edecek bir sorumlu aradık. Ancak mağaza müdürünün o gün işe gelmediği (!) çalışanlarca bize iletildi. Biz de kendisini “De Facto’dan sorumlu sıradan vatandaş” olarak tanıtan ve adının Levent olduğunu öğrendiğimiz şahsa, kendisinin kurumsal olarak De Facto ile bir ilişkisi olduğunu düşündüğümüz için mektubu teslime etmek istedik. Ancak mektubu daha öncekiler gibi mail yoluyla iletmemizde ısrar etti. Hatta “bu mektubu alıp ne yapacağım” şeklinde bir soru sordu. Biz de bu mektupta Bangladeş Anlaşması’na nasıl imza atacaklarına dair bilgilerin mevcut olduğunu, doğrudan kendileri ile temasa geçebileceklerini belirttik. En sonunda eyleme katılanların alkışları arasında De Facto adına mektubu kabul etti. Eylemimiz mağazanın önünde sloganlar ve düdüklerle sona erdi.
Peki, De Facto’nun eylem sırasında dağıttığı bildiri, bildirideki iddialarının anlamı ne?
De Facto adına “Bersay İletişim” imzalı De Facto’nun küresel ilkeler sözleşmesini imzaladığını belirten bir metin dağıtıldı. İlgili metinde De Facto’nun üretim yaptığı yerleri BSCI’ya onaylattırıp, SGS’ye denetlemeyi planladığı ifade edilmişti. Ayrıca aynı metinde Wrap ve Sedex gibi sözleşmelerin adı geçmekteydi.
Öncelikle De Facto’nun Bangladeş Anlaşması’nı imzalamasını talep ettiğimiz bir eylem sırasında başka bir anlaşmayı imzaladığından bahisle, hem de De Facto bu anlaşmayı yeni imzalamış gibi bir bildiri dağıtmak iyi niyetten son derece uzak bir davranıştır. Kısaca De Facto işin kolayına kaçarak bir şeyleri imzaladığını kamuoyuna açıklayarak, kafaları karıştırmaya çalışıyor.
Bu anlaşmanın Bangladeş Anlaşması ile bir ilgisi var mı? Bahsedilen “Küresel İlkeler Sözleşmesi”nin Bangladeş Anlaşması ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.
“Küresel İlkeler Sözleşmesi” işçilerin sağlığı ve güvenliğini sağlar mı?
Bu anlaşma ancak bir iyi niyet sözleşmesi sayılabilir. Ancak uygulamada bir marka bu sözleşmeyi imzaladığında buna uyup uymadığı denetlenmediği gibi, bu anlaşmaya uyulmazsa bir yaptırımla da karşılaşmaz.
Peki, bahsi geçen diğer kurumlar işçilerin haklarının sağlanmasına katkı sağlayacak kurumlar mıdır? Bu soruya şöyle bir yanıt verebiliriz: BSCI Avrupalı işverenlerin oluşturduğu bir inisiyatiftir ve işverenler temel işçi ve insan hakları konularında kendilerini denetleyip(!) kendilerine onay(!) vermektedirler.
SGS ise bu sektörde “denetim” yaparak para kazanan ticari bir denetim kuruluşudur ve en temel motivasyonu bu işten para kazanmaktır.
Ticari denetim şirketleri ve BSCI tipi kuruluşların yaptıkları “denetimlerin” bedelini yine maalesef işçiler ödemektedir.
1135 kişiye mezar olan Rana Plaza’da BSCI onaylı işletmeler vardı. BSCI kendisine üye olan markaları ve konuyla ilişkisi olan herkesi hükümetleri, işçileri ve tüketicileri bu işyerlerinin standartlara uygun olduğu konusunda yanıltmıştır. BSCI buraya çalışılabilir bir işyeri olarak onay vermişti. Ne yazık ki bu bir ilk değildir. BSCI isimli kuruluş, Rana Plaza gibi trajedilerin tekrar yaşanmaması için bir çözüm bulmaya çalıştığını ifade eden de bir açıklama yapmıştır. Ancak asıl trajedi aynı BSCI’ın Bangladeş’te 2005 tarihinde çöken ve 64 işçinin canına mal olan Spectrum Fabrikası’ndaki üretim koşullarına da onay vermiş olmasıdır.
SGS ise ticari bir denetim şirketidir ve De Facto’nun “kendimizi denetlettireceğiz” diye bildirisinde yer verdiği bu şirket yukarıda sözünü ettiğimiz Spectrum Fabrikası’nı da denetlemiştir(!)
Kısaca diyebiliriz ki, hangi fabrika yıkıntısını kaldırsanız altından BSCI ve SGS tipi ticari denetim şirketleri çıkmaktadır. Ayrıca Türkiye kamuoyu SGS firmasını daha yakından tanımaktadır. SGS Desa işçileri sendikalaştıkları için işten atıldıklarında, burada üretim yapan bir marka tarafından denetim yapması için Desa Fabrikası’na gönderilmişti. Fabrikanın önünde kırka yakın işçi işe alınma talebiyle beklerken SGS denetim firması Desa Fabrikası’nda sendikalaşma hakkı ihlali olmadığına dair bir rapor yazabilmişti.
İşçilerin sağlık ve güvenliklerini sağladığı iddiasında olan bu denetimlerin ardından çöken Rana Plaza’nın yıkıntıları henüz kaldırılırken, De Facto’nun önümüze “bu kuruluşlarla çalışıyoruz, işçilerimizin güvenliğini bunlarla sağlıyoruz” demesi en hafif tabirle safdilliktir. Ancak De Facto yetkilisi bize bu konularda her şeyi bildiklerini, Bangladeş Anlaşması’nı da bildiklerini ifade etmiştir. Dolayısıyla bütün bunlar bize SGS ve BSCI gibi kurumların ne işe yaradığını ve yahut yaramadığını gayet iyi bildiklerini göstermektedir.
De Facto’nun bu manipülatif tavrı son derece üzücüdür. Başka anlaşmalara imza attığını ve kendini denetlettiğini söyleyerek sanki Bangladeş Anlaşması’nı imzalamaya gerek olmadığı havası yaratmaya çalışması bizi ve tüketicilerini aptal yerine koymaktır.
Peki Bangaldeş anlaşması nedir?
Kazanın ardından Clean Clothes Campaign – Temiz Giysi Kampanyası’nın da aralarında olduğu örgütlerle uluslararası ve Bangladeşli sendikalar gelecek beş yıl içerisinde Bangladeşteki fabrikalarda güvenliğin sağlanmasını sağlayacak düzeltmeler konusunda markaların sorumluluk almalarını, işçilerin insani şartlarda çalıştırılmasını sağlamak üzere Bangladeş Bina Yangın ve Güvenliği Anlaşması’nı hazırladılar. Bu anlaşmaya imza atan yüzü aşkın uluslararası hazır giyim markası bu konudaki sorumluluklarını yerine getirmek üzere sendikalar ve ILO nun da içerisinde bulunduğu bir organizasyon ile çalışmaya başladılar.
De Facto konu hakkında bilgisiz danışman ve iletişim gruplarına para ödeyerek imajını kurtarmaya çalışmak yerine, kendi mallarını üreten işçilerin en azından yaşam haklarını güvence altına alacak adımları atmalıdır. Bunun ilk adımlarından biri Bangladeş Anlaşması’nı imzalamaktır.
De Facto anlaşmayı imzala!